Ürdün’ ün Lut Gölü ile Akabe Körfezi arasında yer alan Petra Antik Kenti M.Ö 400 ile M.S. 106 yılları arasında Nebatiler’ in başkentiydi. Roma İmparatorluğu’ nun işgalinin ardından M.S. 400 yıllarında deprem ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle zaman içinde unutulan kent 1812 yılında İsviçreli gezgin Johann Burckhardt tarafından tekrar bulundu. Kentte tiyatro, tapınak, ev gibi yapılar kireç taşına oyularak yapılmıştır. El Khazna ve Roma döneminde yapılan anfitiyatro en bilinen yapılardır. 6 Aralık 1985 tarihinde Unesco tarafından Dünya Kültürel Mirası listesine dahil edilen Petra Antik Kenti, Peru’ da yer alan Machu Picchu ile kardeş şehirdir.
Petra İle İlgili Makale
2 bin yıllık bir sırrı saklıyor Ürdün çölleri. Sapasağlam ama insansız evler, gülkurusu rengindeki kayalara oyulmuş dev binalar, hiç ummadıkları anda şiddetli bir sesle helak olan Semud kavminin feci akıbetini fısıldıyor ziyaretçilerine.
Her ne kadar savaş muhabiri olarak Bağdat’ ta savaşı izlemişte olsam, üç gün önce savaş haberleri geçsem de Türkiye’ ye dönmek için Ürdün‘ e gelmiştim ve zorunlu olarak birkaç gün Amman‘ da kalmak durumundaydım, Buralarda eğer birkaç günlük boş zaman diliminiz varsa mutlaka yapmanız gereken şey, Ürdün çölü ortasında bulunan, kayıp şehir Petra‘ nın peşine düşmek olmalı. Çünkü hakkında çok şey duyduğunuz, kutsal kitaplardan okuduğunuz, arkeologların hakkında ciltler dolusu eserler yazdığı antik kentin dayanılmaz cazibesi, merakla birleşerek sizi çöle çekecektir. Bu tarih boyunca da böyle olmuştur. Hatta antik Petra‘ yı, Şam üzerinden Mısır‘ a giden İsviçreli seyyah Johan Burckhardt duyduğu bir menkıbenin peşine takılmasıyla keşfetmiş, yüzlerce yıl süren uykusundan uyandırmıştır.
Haçlı Seferleri’ nin ardından tarihin derinliklerine gömülen ve unutulan Petra, Burckhardt tarafından yeniden keşfinden sonra arkeologların başlıca çalışma alanları içerisinde yer aldı. Kayıtlara göre milattan önce 4. yüzyılda bütün Mezopotamya‘ yı tehdit eden Persler’ den kaçan Nebatiler, ulaşılması çok zor olan Musa Vadisi‘ ne sığınırlar. Çöl düzlüğünün ve uçsuz bucaksızlığının içinde yer yer kayalara oyulmuş, aralarına dolanmış, üzerlerine çıkmış taştan bir antik şehir inşa ederler. Ölü Deniz‘ in 80 km güneyinde, Arap çölünün kenarındaki bu antik şehrin; anfi tiyatrosu, tapınakları, sarayları ve mezarları vardı ki bunların tamamı kaya bloklarının oyulması suretiyle inşa edilmişti.
3 Eylül 2009 Perşembe
Petra Antik Kenti Ürdün
30 Temmuz 2009 Perşembe
Topkapı sarayı Tarihi Ve müzesi
Topkapı Sarayı’nın Kısa Tarihçesi
Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478’de yaptırılan Topkapı Sarayı, Sultan Abdülmecid’in Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene Devletin idare merkezi ve Osmanlı sultanlarının resmi ikametgahı olmuştur. Kuruluş yıllarında yaklaşık 700.000 m.² lik bir alanda yer alan Saray’ın bugünkü alanı 80.000 m.² dir.Topkapı Sarayı, Saray halkının Dolmabahçe, Yıldız ve diğer saraylarda yaşamaya başlaması ile birlikte boşaltılmıştır. Padişahlar tarafından terk edildikten sonra d>
a içinde birçok görevlinin yaşadığı Topkapı Sarayı önemini hiç kaybetmemiştir. Saray zaman zaman onarılmıştır. Ramazan ayında padişah ve ailesi tarafından ziyaret edilen Mukaddes Emanetler Dairesi’nin her yıl bakımının yapılmasına ayrı bir özen gösterilmiştir.
Topkapı Sarayı’nın ilk defa, adeta bir müzeymiş gibi ziyarete açılması Sultan Abdülmecid (1839-1861) dönemine rastlar. O dönemin İngiliz elçisine Topkapı Sarayı Hazinesi’ndeki eşyalar gösterilir. Bundan sonra Topkapı Sarayı Hazinesi’ndeki eski eserleri yabancılara göstermek gelenek haline gelir ve Sultan Abdülaziz (1861-1876) zamanında, ampir üslupta camekanlı vitrinler yaptırılır, Hazine’deki eski eserler bu vitrinler içinde yabancılara gösterilmeğe başlanır. Sultan II. Abdülhamid (1876-1909) tahttan indirildiği sıralarda Topkapı Sarayı Hazine-i Hümâyûn’un Pazar ve Salı günleri olmak üzere halkın ziyaretine açılması düşünülmüşse de bu gerçekleşememiştir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 3 Nisan 1924 tarihinde halkın ziyaretine açılmak üzere İstanbul Âsâr-ı Atika Müzeleri Müdürlüğü’ne bağlanan Topkapı Sarayı önce Hazine Kethüdalığı, sonra Hazine Müdüriyeti adıyla hizmet vermeye başlamış ve nihayet Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü adıyla hizmet vermeye devam etmektedir.1924 yılında bazı ufak onarımlar yapılarak, ziyaretçilerin gezebilmeleri için gereken idari önlemler de alındıktan sonra, Topkapı Sarayı, 9 Ekim 1924 tarihinde Müze olarak ziyarete açılmıştır. O tarihte ziyarete açılan bölümler Kubbealtı, Arz Odası, Mecidiye Köşkü, Hekimbaşı Odası, Mustafa Paşa Köşkü ve Bağdad Köşkü’dür.
Topkapı Sarayı hakkında detaylı bilgi için tıklayınız
15 Temmuz 2009 Çarşamba
Türkiyedeki Kiliseler Meryem Ana Evi / Efes
Kırkıncelilerin ( halen Selçuk'ta Şirince köyü ) geleneklerine göre Efes'te Bülbül dağında Meryem'in oturduğu Ev'in var olduğuna inanırlardı. Bunlar Meryem Ana mevkiinden 17 km. uzaklıkta yerleşmiş ve her sene 15 Ağustos'ta ( Meryem Ana'nın ölüm günü ) ve Miraç'inin olduğuna inandıkları yerdeki mabedi ziyaret ederler idi.
Meryem Ana mevkiinden 17 km. uzaklıkta yerleşmiş ve her sene 15 Ağustos'ta ( Meryem Ana'nın ölüm günü ) ve Miraç'inin olduğuna inandıkları yerdeki mabedi ziyaret ederler idi.
Meryem Ana Ev'ini ziyaret günü bölgeye gelen turistler dağda 5 saat yürüyüşün ardından Meryem Ana evine ulaşabilmektedirler.
Efes Antik Kenti /Tarihi Yerler
Efes Antik Kenti
İlk çağın en ünlü şehirlerinden biri olan Efes Antik Kenti, Küçük Menderes nehrinin sularını boşalttığı körfezin yakınında kurulmuştur. Tarıma elverişli toprakları, Doğu’ya açılan büyük ticaret yolu oluşu, gerek putperestlik gerekse Hıristiyanlık döneminde çok önemli bir dini merkez oluşu,
tarihe büyük bir kent olarak geçmesini sağlamıştır. İlim ve sanat dünyasında da adını duyurmuş, ünlü kişiler yetiştirmiştir. Bunlar rüya tabircisi Ardemidotus, şair Callinos ve Hipponax, filozof Heraklitos, Ressam Parrhasius, gramer bilgini Z>
enodotos, hekim Soranos ve Rufus’tur. Efes Antik Kenti’nin tarihi M.Ö.6000’lere uzanmaktadır ki bunu, son yıllarda Arvalya ve Çukuriçi höyüklerinde ele geçen buluntular ortaya çıkarmıştır.
Ayasuluk Tepesi'nde yapılan kazılarda burada Erken Tunç Çağından günümüze kadar kesintisiz yerleşmenin var olduğunu göstermiştir. Bu da eski Efes’in Ayasuluk Tepesi'nde olduğunu, buranın Anadolu Kavimleri ve Hititler tarafından iskan edildiğini ispatlamaktadır. Ayrıca Hitit yazılı metinlerinde Apasas olarak geçen kentin bu kent olduğu da kesinleşmiştir. Antik yazarlar Strabon ve Pausinias, tarihçe Herodot, Efes’li şair Callinos gibi antik kaynaklar Efes’in Amazonlar tarafından kurulduğuna ve yerli halkın Karyalılar ve Leleglerden oluştuğuna işaret etmektedirler.
M.Ö.11 yüzyılda Atina Kralı Kodros’un oğlu Androklos, diğer kolonistler gibi Anadolu’ya gelmiş, Efes Antik Kenti civarına yerleşmiştir. Söylenceye göre; Androklos yeni bir şehir kurmak için yol çıkmadan önce kahine danışır. Kahin ona şehri kuracağı yerin bir balık ve yaban domuzu tarafından gösterileceğini söyler. Adamlarıyla birlikte Anadolu kıyılarına adım adan Androklos yakaladıkları balıkları tavada pişirirken, tavadan fırlayan bir balığın sıçrattığı kıvılcımlar çalıları tutuşturur. Çalıların arkasında bulunan bir yaban domuzu alevlerden korkarak kaçmaya başlar. Bunu Andraklos kahinin söylediklerini hatırlar ve atına binerek yaban domuzunu takip eder ve onu öldürür ve yaban domuzunu öldürdüğü yere kentini kurar. Bu söylence Hadriyan Tapınağı'nın frizlerinde betimlenmiştir. Bu kabartmaların orijinalleri ise Efes Müzesi'nde sergilenmektedir.